16 Nisan 2013 Salı

Silver Linings Playbook / Umut Işığım

Silver Linings Playbook / Umut Işığım

Yönetmen: David O. Russell
Komedi, Dram, Romantik
ABD
IMDB Puanı: 8,0


 
 Eski Tarih öğretmeni Pat (Bradley Cooper) herşeyini kaybetmiş bir adamdır. Yaşadığı kriz sonucunda mahkeme kararı ile rehabilitasyon merkezine yatırılan Pat, çıktıktan sonra hala büyük bir aşkla birbirilerine bağlı olduklarını düşündüğü eski eşi Vicky'i kazanmak ve hayatını yoluna koymak için uğraşmaktadır. Tek amacı eski karısının istediği gibi bir insan olmak olan Pat, bu sırada yine hayatında sorunlar yaşamakta olan Tiffany (Jennifer Lawrence) ile tanışır. Pat Tiffany'nin eski karısına ulaşmak için kendisine yardım etmesini beklemektedir. Tiffany'nin ise planları daha farklıdır.
 
 
 
Film de Robert De Niro'yu Pat'ın babası rolünde izliyoruz (Adını afişte görünce pek sevinmiştim) Oyunculuklar pek tabi ki çok iyi film de. O kadar iyi oyuncunun bir araya geldiği bir filmden daha azını beklemek haksızlık olur.
 
 
 
Film de 2 sorunlu karakter baş rolde ama bence sorunsuz kimse yok. Delilik böyle bir şey ise güzelmiş :) Özellikle sonsuz bir dürüstlük ile yapılan konuşmalara bayıldım. Herkesin herşeyi "pat" diye söylediği bir film. Bunun dışında güya sorunlu olanlar sadece Pat ve Tiffany ama tek tek karakterlere bakınca ben onların diğerlerinden bir farkını göremedim :) Totem manyağı baba, kocasını aldatırken evlilik müziğini çalan eski eş (bir de basılınca, git buradan diye kocasına bağırıyor!) Kardeşi ile karşılaştığında sen dibe battın ama bende böyle çıktım işte diye kendini öven abi vs vs.. Ama mükemmel aile bağları pek tabi ki..
 
 
 
Bolca klişe barındırıyor, nedense çok şaşırmadım :) Her zaman bir umut ışığı vardır diye diye tabi ki filmi güzel bitireceklerdi. Benim için şu an tünelin sonunda ki ışık bebek kakası renginde olduğundan pek etkilenemedim. Sadece Oscar ne ya diyebilirim? Tamam kötü bir film değil, izlenemez hiç değil ama Oscar ne ??
 
Şimdi ben Himym da ağlamayı başarıp, bu filmi izlerken ağlamayı bırak yer yer sinir olduysam, filmde ki aşk olsun, dram olsun beni çok etkilemediyse, hamileliğin bana verdiği yetkiye dayanarak size öyle çok dram barındıran, romantik aşk filmi beklemeyin derim... Komedisi nerede bu filmin dersen ona da cevabım ehh işte ...
 


28 Mart 2013 Perşembe

Happy Birthday...

Bugün bloğumun 1. senesi doldu.

Tam 1 sene önce, en sevdiğim filmi yazarak başlayan blog yazma maceram, arada aksamalar olsa da devam ediyor ve umarım daha uzun yıllar devam eder..

Giriş yazısı bile yazmadan bir filmi yazarak başlamışım. 1 senenin sonunda bir giriş yazısını hak etti artık sanırım :)

Ben eleştirmen değilim, sinema ile ilgili bir bölümden mezunda değilim, bu blog sadece çok sevdiğim filmleri, kendi yorumum ile paylaşmak için açıldı. Vizyona giren her filme koşmam, sevmediğim tarzlar, asla izlemem dediğim filmler var. Daha çok izlerken düşüneceğim filmleri seviyorum. Bazı yönetmenlere özel bir sevgim var, bir de eski yada pek duyulmamış filmleri bulup izlemeyi, festival filmlerini özellikle tercih ederim. Her izlediğim filmi de yazmıyorum, gerçekten üzerine söyleyecek bir şeylerim olduğu filmleri, bu film izlenmeli dediklerimi yazmayı tercih ediyorum.

Son zamanlarda fazla yazamıyorum, çünkü film izleyemiyorum. Ben film izlerken / kitap okurken kendimi tam anlamıyla verebilmeyi isterim. Son zamanlarda bu pek mümkün olamadı. Bu yüzden de buraya yazmayı tercih ettiğim filmleri izleyemedim. Listem boynu bükük beni bekliyor.. Hazır 1. sene yazımı yazarken sebebini de açıklayayım, sizlerle paylaşmış olayım.

Yaklaşık 5 aylık hamileyim. Yeni yeni kendini gösteren minicik bir karnım ve daha karnımdayken canıma okumayı başaran küçük bir kız var!! Geçen hafta How I Met Your Mother'ı izlerken bile ağlamayı başardım dersem, neden film izleyemediğimi de anlarsınız sanırım. Bu bünye bu ara pek Haneke falan izlemeyi kaldıramıyor... En sevdiğim yemeğe bile bulanan midem sonucu zaten gerilimmiş, korkuymuş, kan revanmış, savaş filmiymiş izlememin imkanı yok.. Evet bu aralar en yakın arkadaşım banyodaki klozet :)

Olmuş 5 ay, bir kendine gel hormon denen lanet şey, kendine gel ey mide benim canım pizza istiyor diyerek hızlıca geri döneceğimi ve bu akşam Amour izleyerek mevzuya hızlı bir giriş yapacağımı da bildiririm..

Beni takip ettiğiniz, yorum yazdığınız, okuduğunuz için ise çok çok teşekkür ederim...

11 Ocak 2013 Cuma

Je Vais Bien, Ne T'en Fais Pas

Je Vais Bien, Ne T'en Fais Pas - Benim İçin Üzülme

Yönetmen: Philippe Lioret
Yapım: Fransa - 2006
Dram


Bu film benim için fazla özel.. Bir kere böyle sıcak ve samimi filmleri seviyorum. Hüznün ve acının en saf haliyle, dramatize edilmeden, gözümüze sokulmadığı filmlerin kalbimde yeri çok ayrı.. Ama bu filmin çok daha ayrı bir tarafı var benim için.. Bu filmi izlememi kesinlikle tavsiye eden arkadaşım, etkileneceğimi çok çok iyi biliyormuş, ısrarını daha iyi anladım izledikten sonra..
Benim için çok ayrı bir yeri oldu bu filmin. Çünkü bana bu hayatta "en çok sevdiğin insan kim?" deseniz, ki bu cevaplaması zor bir sorudur, annemiz mi, babamız mı, eşimiz mi, kardeşimiz mi? sıramalayı yapmak zordur, hatta kimse sıralama yapmak istemez. Benim için ise asla zor olmaz, ilk sıra bellidir.. Kardeşim!! Hiç kimse onun önüne geçemez. Bu hislerle izleyince filmi, daha da bir anlamlı ve biraz da yaralayıcı aslında..
 
Yazıyı okurken de mümkünse, filmin şarkısını da dinlemenizi tavsiye ederim.. Filmin tüm müzikleri için adres Aaron grubu..
 
 
 
Lili (Mélanie Laurent)  İspanya tatilinden dönüşte ikiz erkek kardeşini evde bulamaz. Annesi (Isabelle Renauld) kardeşinin babası (Kad Merad) ile yaşadığı bir tartışma sonucu evi terk ettiğini söyler. Ailesi bu olayı çok normal karşılamaktadır ve Lili'ye sorun olmadığını söylerler. Ailesinin umursamaz tavrı Lili'yi deli eder, kardeşinden bir haber bekler durur ama ses çıkmadıkça Lili depresyona girer, yemek yememeye başlar ve sonunda hastaneye yatırılır. Kardeşinin ondan habersiz gitmesini kabul edemez. Sonunda kardeşinden gelen kart ile Lili düzelmeye başlar.
 

Lili bu dönemde ayrıca hayatı ile ilgili de kararlar alma aşamasındadır. Üniversite eğitiminden vazgeçip çalışmak ister, yeni arkadaşlar edinir. Evden ayrılıp kendine ayrı bir hayat kurmaya çalışır. Bu dönemde kardeşinden gelen kartlar tek mutluluğudur. Biraz kafası karışık, biraz ne yapacağını bilmez.. Aşk'a bile şans veremeyecek kadar kapanmıştır kendi içine.. Gelen her kartta kardeşinin babası ile ilgili olan kötü düşüncelerini, sesli bir şekilde babasına okuyup, kardeşinin gidişinden sorumlu tuttuğu babasından da bir nevi intikam alır.

Filmde ki baba karakteri ile ilgili düşüncelerimiz filmin başında ve sonunda çok farklı hal alıyor. Sabırla kendisi ile ilgili yazılanları dinlemesi, oğlunu "kendi yüzünden" kaybetmişken, kızının ona olan kızgınlığını göre göre yanında olmaya çalışması. Kartlarda yazılan şeyleri dinlerken, "evet bunları ben yaptım" öz eleştirisini görebilirsiniz babada. Adama kızgınlığınız ve duyarsızlığı yüzünden nefret beslemeniz bir yana, oğlunun müziğini arabada tek başına dinlediği sahne ona bizi biraz da olsa yaklaştırıyor. Aslında "baba" karakteri ayrı bir yazı konusu bence..


Ben bu filmi iki kere izlemenizi tavsiye ediyorum. Benim için bu film, kardeşlik duygusunun yüceliğinden öte, annelik va babalık olgusunu da sorguladığım bir film oldu. Anne ve babaya bakış açımızı değiştirecek bir kaç sahneden sonra filmin en başından bu duygularla izlenmesinin de güzel olacağını düşünüyorum. Annelik, babalık nerede başlar, nerede biter? Biter mi? Ki bitmez gibi gözüküyor.. Çocuğunu bu kadar iyi tanımak her anne, baba için geçerli midir? Filmi sadece kardeşlik üzerinden değerlendirmek haksızlık olur, asıl mevzu anne - baba olmak belki de..
 
Daha fazla karıştırmadan, keyfinizi kaçırmadan çekiliyorum.. Sayfalarca yazarım, konuşurum bu film için ama bence izleyin, siz zaten günlerce kendi kafanızda konuşursunuz..
 
Şarkıyı dinlemeyi unutmayın, müziğinin yanında sözleri ayrı güzel..
 
IMDB Puanı: 7.4

29 Kasım 2012 Perşembe

Before Sunset

Before Sunset - Gün Batmadan

Yönetmen: Richard Linklater
Dram, Romantik
2004


İlk film için; Before Sunrise

Celine (Julie Delpy) ve Jesse'nin (Ethan Hawke) tanışmalarının 9 yıl sonrası.. Jesse'nin kitap tanıtımı için gittiği Paris'te yeniden karşılaşıyor çiftimiz.Jesse'nin uçağının kalkmasına bir kaç saat vardır ve bu saatleri Celine ile geçirmek ister. Bu sefer Paris sokaklarında, cafelerinde başlarla dolaşmaya ve aradan geçen 9 yılı birbirlerine anlatmaya...

 
 
Filmin bir başlangıca ve sona ihtiyacı olmaması hissini seviyorum. Film yine bir anda başlıyor, çiftimiz aradan sanki 9 yıl değil de 9 dakika geçmişcesine kaldıkları yerden devam ediyorlar. Bu sefer cevaplanması gereken sorular daha fazla.. 23 yaşındaki toy halleriniz izlediğimiz çiftimiz bu sefer 30 lu yaşlarda, geçmiş, gelecek, dünya meseleleri, cinsellik, aşk, evlilik, işleri, yapabildileri - yapamadıkları - beklentileri üzerine söyleyecek çok daha fazla şeyleri var birbirlerine.. Zorlama yada klişe hiçbir diyalog yok, içlerinden geldikleri gibi konuşuyorlar. Değişmişler, hayat her zaman yaptığı gibi değiştirmiş, bazı şeyleri götürmüş ama sanki 9 sene önceki o bir gece hep gerçek kalmış..


Film bize 9 sene öncesinde aklımızda kalan soruların cevaplarını da veriyor. İlk filmden daha romantik ama daha da gerçek sanki.. Ve yine birbirine aşık insanların sadece "sana ölüyorum" cümleleri kurmadığını, dünyanın gidişatı, çevre kirliliği gibi konuları da konuşabildiğinin kanıtı :)


İlk filmi izlemeniz gerekmiyor aslında bu film için, bir anda bu film ile de giriş yapabilirsiniz çünkü tek başına da çok iyi bir film ve film de geri dönük yapılan konuşmalar ve görüntüler ile 9 sene öncesi ile ilgili boşluk kalmıyor. Mevzuyu zaten anlıyorsunuz ama ben yine de ilk filmi de izlemenizi tavsiye ederim..
 
 

Yine zevkle izledim, hayat üzerine, ilişkiler üzerine çok güzel cümleler, düşünceler var, yaş itibari ile daha yakın buldum kendime. Yine çok doğal, yine çok sade, yine herşey olduğu gibi.. Arka planda Paris sokakları, insanlar, büyüleyici yapılar , hayat akıp gidiyor, karakterler de hayat gibi hayatın getirdikleri ile bile sürükleniyorlar..

Yine bir anda geldiği gibi, bir anda bitiyor film.. En çok bu hallerini seviyorum sanıyorum bu serinin..

Aşk üzerine yüzlerce film çekile dursun, biz bu filmi sarıp sarmalayalım, saklayalım..

Şimdi Before Midnight'i hevesle bekliyorum :)

IMDB Puanı: 8.0

Before Sunrise

Before Sunrise - Gün Doğmadan

Yönetmen: Richard Linklater
Dram, Romantik
1995



Fransız Celine (Julie Delpy) ve Amerikalı Jesse (Ethan Hawke) bir çiftin kavgası sırasında tesadüfen yolculuk yaptıkları trende karşılaşırlar.. Kız Paris'e gitmektedir, oğlan Viyana'da inecektir trenden.. Jesse ertesi gün sabah uçağı olduğunu, parası olmadığından sabaha kadar Viyana sokaklarında dolaşasağını ve kendisine eşlik etmesini ister Celine'den ve böylece film başlar..


Sabaha kadar bol sohbetli, eğlenceli, bazen duygusal, bazen çok romantik bir şekilde Viyana sokaklarını gezerler. Birbirilerini tanırlar, yaşadıkları zorluklardan, hayattan beklentilerine, hayat hakkındaki görüşlerine kadar derinlemesine ve her telden bir sohbetin içine girerler..

Film tamamen diyaloglar üzerinde ve 2 kişi üzerinden ilerliyor buna rağmen asla sıkmıyor. ( Ben zevkle izledim) Farklı kültürlerden gelmiş iki insanın tecrübelerini, hayata karşı bakış açılarını ve beklentilerini doyumsuz bir sohbet eşliğinde sunmuş film bize.


Ben mükemmel görüntüler, mükemmel kıyafetler, sabah kalktığında bile saçlar yapılı gibi, gözler rimelli hatunlar ile yine aynı mükemmellikteki erkeklerin olduğu , "ayrıldılar, barıştılar, kavuştular, biri öldü, diğeri unutamadı, gitti başkasıyla evlendi mutsuz oldu" konulu ve yine tüm filmin "senin için ölürüm, seni öyle böyle seviyorum ki, öyle böyle değil" replikli aşk filmlerinden pek hazetmiyorum. Çünkü gerçek gelmiyor. Yani bir insanın "senin için ölürüm" cümlesinden sonra en ufak bir yanlış anlaşılmada, konuşmak yerine öldüğü sevgilisini terketmesi nedense bana hem duygusal hem mantıken saçma geliyor. (En aklımda kalan klişelerle genelleme yaptım)



Bu sebeplerdendir ki bu filmin; saçlar en doğal haliyle, makyajsız, tek bir kıyafet ile, çok sade ve yalın bir şekilde, Viyananın sokaklarını ve sabaha kadar canlı kalan ruhunu, iki insanın birbirine karşı en gerçek olabilecekleri halini bize aktarmış olması kalbimi fethetti.. Yani aşk demek sonsuz mükemmellik demek değilmiş..Öyle olması da gerekmezmiş zaten..

Ama aşk beklemediğimiz bir anda gelebilir, anlayamadığımız bir şekilde bizi vurabilir ama hayat bizleri farklı yönlere savurabilirmiş.. ve bir insanla geçirdiğiniz 14 saat hayatınızda derin izler bırakabilirmiş..Aşk sadece kavuşmak demek değilmiş..

En çok aklımda kalan cümle ile bitireyim;
Celine: Ben şuna inanıyorum; Eğer bir çeşit tanrı varsa, bu bizim içimizde olamazdı, ne senin ne de benim, ama sadece şu aramızdaki küçük mesafede olurdu. Eğer bu dünyada büyü diye bir şey varsa, bu başka birinin seninle paylaştıklarını anlama çabası olmalıdır. Biliyorum, bunu başarmak neredeyse imkânsız, kim umursar ki? Ama cevap çaba göstermek olmalıdır.

Filmi yeni izlemiş olmak şans sanıyorum, çünkü 2004'te çekilmiş olan Before Sunset'i de hemen arkasından izleme şansımız var, 9 sene beklemek zorunda kalmadık ama Before Midnight için biraz bekleyeceğiz.. Evet 3. film geliyor..

2. Film için Before Sunset

IMDB Puanı: 8.0