31 Mart 2012 Cumartesi

The Beaver

The Beaver - Kukla

Yönetmen : Jodie Foster

Drama




Konusu kısaca şöyle: Walter Black hayatında ciddi sorunlar yaşamakta olan bir adam. Delirmeye yakın bir anında bulduğu kuklası onun yeniden insanlarla iletişim kurmasında ona yardımcı olmaya başlar ya da tam tersi onlardan uzaklaştıran bir insana dönüştürür. Kuklasını yaşayan bir varlık olarak görmeye başlaması ise onu çıkmaza sürekler. Bir yandan yaşamak için ona ihtiyacı vardır ama bir yandan da artık bu saplantı olmaya ve onsuz yaşayamayacağını düşünmesine sebep olur. Olmak istediği insana dönüşmesine yardımcı olacak tek şey o kukladır sanki.



Walter Black'i Mel Gibson canlandırıyor ki bence gayet başarılı. Filmin aynı zamanda yönetmeni de olan Jodie Foster ise eşi rolünde. İkisini de bolca seviyorum.

Uzun uzun cümleler kurmama bile gerek olmayan bir film bence. Seversiniz ya da sevmezsiniz. Hele ki kuklası ile yapmış olduğu bir konuşma var ki özellikle dikkat diyorum. Film bolca mesaj içeriyor zaten.

IMDB Puanı: 6.7

J. Edgar

J. Edgar

John Edgar Hoover (1895 - 1972 ) 1924'ten ölümüne kadar FBI'ın başkanlığını yapan Kamu görevlisi.

http://tr.wikipedia.org/wiki/J._Edgar_Hoover

Yönetmen : Clint Eastwood
Biyografi, Drama, Suç


Bir çok kişinin izlemek istemeyeceği, sıkılacağı, bu ne şimdi diyeceği ve anlamak bile istemeyeceği bir film. Eğer FBI'ın oluşumunda bu kadar yer edinen kişiyi tanımak istemiyorsanız ya da banane diyorsanız izlemeyin, hatta bu satırlardan sonrasını okumayın bile.

Bence film bütün hayatını işi ve ülkesi için ( doğru ya da yanlış, tartışılır) çok şey yapmaya çalışmış ve yapmış bir insanı anlatıyor. Yöntemleri tartışılır ama hırsı ve bence zekası sayesinde çok şey başardığı da ortada. Ben film'den daha doğrusu J. Edgar'dan etkilendim. O nasıl bir hırs, çalışma azmi, dikkat, düzen, ileri görüşlülük ve her şeye rağmen bunları başarma azmi. Birlikte çalışacağı insanları seçme yöntemi ve kriterleri bile bence takdire değer.

J. Edgar'ı Leonarda DiCaprio canlandırmış, bence gayet güzel başarmış. Fimde sıkça göreceğimiz sağ kolu Clyde Tolson'u Armie Hammer ve yine diğer sadık yardımcı Helen Gandy'i ise Naomi Watts oynuyor. İkisinin de gayet başarılı olduğunu düşünüyorum.






Clyde ve J. Edgar'ın ilişkisi ise ayrı bir konu, filmde aralarındaki "aşk" ilişkisine de ufaktan değinilmeye çalışılmış, filmdir adamın hayatını anlatıyor herşey olacak derseniz tamam zaten filmde sıkça birbirlerine bağlılıklarını görüyoruz ama o oteldeki kavga sahnesi yine de gereksiz buldum. Ahh Clyde diyorum, Edgar'ın çoğu zaman acımasız çıkışlarına rağmen iki insanı bunca sence bir arada tutabilecek tek şey aşk olabilir belki de!

Ve annesi, Ne muhteşem kadındır. Bakış açısına göre değişebilir ama bence bu kadar güçlü kalabilmeyi başaran bir erkeğin arkasında her zaman ona böyle destek olan bir kadın olması onu daha da güçlü kılar. Bazen bize inanan tek bir kişi bile dünyayı değiştirmemize yeter! Anne oğlunun mükemmelliğine inanmış ve oğluna da bunu inandırmış. Annenin vefat ettiği sahnede Edgar'ın çaresizliğini çok iyi aktarmışlar .



Filmle ilgili eleştiri olarak söyleyebileceğim tek şey, yaşlılık makyajı olur. Biraz amatör buldum, yaşlanmamış, yaşlandırılmışlar kısmı çok belliydi. Özellikle Clyde'ın makyajı yok artık dedirtti bana.





Kaç başkan görmüş, kimse onu gönderememiş. Gönderemezler tabi, adam her başkanın karşısına dosyalar ile gitmiş. Kendini güzel sağlama almış. Yapmak istediklerinin önünde kimsenin durmasına izin vermemiş. İnandıkları uğruna herşeyi yapmaktan çekinmemiş ( İnandıkları ve yaptıkları tartışılır)

Filmin sonu sizi Edgar konusunda biraz şaşırtabilir ama nihayetinde bu bir filmdir.

Filmi özetleyen en güzel replik:
Clyde : Bu yasal mı?
Edgar : Bazen ülkeni korumak adına kuralları esnetmek zorunda kalabilirsin!

IMDB Puanı: 6.9

Not: İlginizi çekmiyorsa, adamı merak etmiyorsanız izlemeyin bile.

30 Mart 2012 Cuma

Horrible Bosses / Patrondan Kurtulma Sanatı

Horrible Bosses - Patrondan Kurtulma Sanatı

Komedi, Suç
Yönetmen: Seth Gordon
2011 yapımlı filmimizi çok eğlenerek izleyeceğinizi garanti edebilirim. Hele ki patronunuzdan nefret ediyorsanız! :) Ben bayıla bayıla izlemiştim.

Filmin konusuna gelirsek; 3 arkadaşımız var hepsi de birbirinden dertli



Yönetici adayımız Nick (Jason Bateman) hak ettiği terfiyi alabilmek için insan üstü bir şekilde çalışmakta ve psikopat, dengesiz, öldürülesi müdürü Dave Harken (Kevin Spacey) ne isterse yapmaktadır. Ama her çok çalışan gibi o da bunun asla gerçekleşmeyeceğini bilmektedir. Tabi ki bu bir film tabi ki abartmışlardır diyebilirsiniz ama Dave'i izlediğinizde bence "evet böyleleri var, lanet olsun!" diyeceğinize eminim.




Diş hekimi asistanı Dale'in (Charlie Day) ise sorunu biraz farklı. Bir çok erkeğin böyle sorun dostlar başına diyeceğine de eminim ama bizim Dale çok namuslu çıktı! Yanında çalıştığı Diş Hekimi Dr. Julia Harris’in (Jennifer Aniston) asılmaları karşısında kendisini korumak için ne yapacağını bilemez halde. Bakınız aşağıdaki fotoğraf ;)



Ve muhasebecimiz Kurt Buckman (Jason Sudeikis). Aslında aralarında en şanslı olan oydu. Mutlu mesut çalışıp gidiyordu ta ki (Genelde bizde de şirketlerin makus talihi!) beceriksiz, sahtekar, iş bilmez patron oğlu Bobby Pellit (Colin Farrell) başa geçene kadar. Ve Bobby tabi ki geldiği gibi tüm şirketi yıkıp geçecektir, bu her zaman böyle olur.
Colincim biz seni seksi diye bilirdik!!

IMDB Puanı: 7.0

Kesinlikle izlenip, eğlenilecek bir film.

50/50

50/50 (Şansa Bak)

Biyografi - Dram - Komedi
Yönetmen: Jonathan Levine
Filmimiz, senarist Will Reiser’ın gerçek hayatını anlatmaktadır.

Konumuz kısaca şöyle; Adam, 27 yaşında, radyo programları için metin yazarlığı yapan ve lanet bir sevgilisi olan ( Bence öyle!) genç bir arkadaşımız. Nadir görülen bir kanser türüne yakalanıyor, ailesi en yakın arkadaşı ve terapisti sayesinde bu zorlu dönemi atlatmaya çalışıyor, atlatmaya çalışırken de hayat ve kendi ile ilgili yeni şeyler keşfediyor bu süreçte.



Joseph Gordon-Levitt'i ilk olarak "Aşkın 500 günü" isimli filmde tanıyıp sevmiştim ( Tanımakta geç kalmış olabilirim! ) Inception filmindeki performansından da hatırlıyoruz kendisini. Bu film ile sevgim kat kat arttı. En yakın arkadaşı rolündeki Seth Rogen ise bence her evde bulunması gereken en yakın arkadaşlardan, hemen edinmek lazım. Rolünü bence hakkıyla yerine getirmiş. Adam'ın sevgilisini evden attığı sahne en bayıldığım sahneydi, tam en yakın arkadaşın yapacağı şekilde güzelce sepetledi kızımızı :)

Filmin en eğlenceli bir o kadar da can yakıcı sahnelerinden biri bence aşağıdaki;



Terapist rolündeki Anna Kendrick ise yeni yetme terapist olarak bence beceriksizliği, ne yapacağını bilememeyi güzel aktarmış. Çok şirindi :) Kendisini Alacakaranlık serisinden ve Aklı havada filminden de hatırlıyoruz zaten.

Ve bu dokunma mevzu ( filmi izleyince anlayacaksınız) hoş olmuş bence:)



Ve anne rolünde bol ödüllü oyuncu Angelica Huston. Birlikte doktor'a gittikleri sahneye bence özellikle dikkat!




Bahsetmesem de olabilir belki, kendisine hala kızgınım ama!  The Help filminde de karşıma gıcık bir karakterle çıktı kendisi. Sevgili rolünde Bryce Dallas Howard . Bu kadar nefretimi kazanmayı başardığına göre rolünü çok iyi yaptığını söylebiliriz sanırım.

IMDB Puanı 7.9

Bence kesinlkle izlenmesi gereken bir film, gülecek, ağlayacak, "lütfen ölmesin" diye dua edeceksiniz izlerken.

29 Mart 2012 Perşembe

We Need to Talk About Kevin

We Need to Talk About Kevin - Kevin Hakkında Konuşmalıyız

Dram, gerilim
İngiltere yapımlı Lionel Shriver’ın ödüllü romanından uyarlama, Lynne Ramsay yönetmenliğinde ki filmimiz de Tilda Swinton baş rolde (sen ne muhteşem kadınsın Tilda!) ve yeni bir yıldız doğuyor Ezra Miller!


Bu film uzun süre heyecanla bekledim ve beni yanıltmadı.
Konumuz özetle oğlu katil olan bir annenin yaşadıkları. Bence konu bu kadarla kalmıyor ama. Her kadın anne olarak doğmazın da filmi bence. Aşağıdaki fotoğraf bile bence filmi özetler nitelikte. Anne oğlunu sevemedi, hiçbir zaman sahiplenemedi ve oğlu ondan alabileceği en kötü şekilde intikamı aldı. Çocuğun yaptığı herşeyin anneye karşı olduğunu yapıldığını düşünüyorum. Sonunda annenin elindeki herşeyi aldı!




Bütün film boyuna çocuğun baba ile çok yakın olduğunu sandığımız halde aslında babanın hiç bir fonsiyonu olmadığını da görüyoruz filmin sonunda. Çocuk için belki de değer verdiği ama bir yandan da sevgi- nefret arasında sıkıştığı tek insan annesi. Annenin toplum karşısında düştüğü durum, dışlanma ise iç parçalayıcı nitelikte. İnsanlar çok acımasız olabiliyor.

Film bence derinliği olan ve gerçekten anlamaya çalışılarak izlenmesi gereken bir film.

Ben bu tarz filmleri seviyorum, özellikle filmlerin "bir sonu" "açıklaması" olması gerektiğini düşünenler bence izlememeli, sıkabilir. Bu film herşeyi önünüze sunmayacak, anlamanızı bekleyecek ve sizi darmadağın edecek bir film.

IMDB puanı 7.7

Not: Bazı siteler de film ile ilgili bir anne ve çocuk ilişkisinin bu şekilde olamayacağı ve filmi gerçekçi bulmadıklarını söyleyen yorumlar okudum ama tam tersini düşündüğüm için belki de film bana çok gerçekçi geldi. Anne olmanın çocuk doğduğu anda sihirli bir değneğin kafamıza vurularak bize bahşedilen bir şey olmadığını düşünüyorum çünkü. Anneliğin kutsal bıdı bıdılarına da pek inanmam. Sonradan öğrendiğimiz bir şey belki de annelik, bazılarımız bunu seviyor, öğreniyor bazılarımız sadece görev gibi yapıyor. Ama işte zaten tam da burada düşünmeliyiz, ortaya çıkan şey bir insan ve o bizim ellerimizde. Biz bunu gerçekten istiyor muyuz?
Filmden bolca etkilenen insan notu oldu bu da :)

The Descendants

The Descendants - Senden Bana Kalan

Türü dram komedi olarak geçen filmimiz için ilk başta ne düşüneceğimi bilemedim. Bu konu ile bolca ağlamalı bir film çıkar mıydı? Çıkardı belki. Ama yönetmenimiz Alexander Payne biraz gülelim, hatta şok olalım istemiş olabilir.


Beklentiniz bence ağlayacağım, duygusallıktan öleceğim olmasın. Biraz fazla gerçek bile gelebilir film. Konumuz eşi geçirdiği bir kaza sonucu ölüm döşeğinde olan Matt King'in hem kendi ailesini toplarlama hemde bu sırada atalarından kalan mirasını satıp satmama konusunda yaşadıklarını anlatıyor. Filmin en büyük süprizi ise karısının kendisini aldattığını ve boşanmak üzere olduğunu öğrenmesi.

Kızların (özellikle büyük kızın) babasıyla ilişkisi ise biraz fazla şok edici olabilir. Ama çok da şaşırmamak gerek belki, her aile vicvic mükemmel değil sonuçta, en mükemmel gözükenler bile. Büyük Kız'ı oynayan Shailene Woodley'in performansı ise bence havuz sahnesinde tavan yapmış. Babaya olan kızgınlıklar ve bir yanda da acıma, üzülme sonrasında anneye olan ve ölüm döşeğinde bile olsa geçmeyecek kin. Filmin başındaki uzaklıktan sonra babasının yanında olmak için gösterdiği çaba, yardım etmek istemesi, ne olursa olsun aile böyle bir şey demekki dedirtti bana.


Büyük kızımızın film boyunca yanından ayrılmayan sevgilisi ise bizi sonlara doğru şaşırtmayı başarıyor. Bence izlenmeli.

Filmimiz Altın Küre ödüllü ve Oscar adaylarındandı. IMDB puanı 7.6

Son olarak canım George Clooney sen aldatılacak adam mıydın diye çok saçma bir yorum yaparak bitirmek istiyorum :)

The Help

The Help ya da Duyguların Rengi.
Türkçedeki karşılığı bu olmasa da Duygularının Rengi'nin filme çok yakıştığını düşünüyorum.

Film aynı isimli  'New York Times En Çok Satanlar’ listesinde bir numara olan kitaptan uyarlama. Kitabı okumadığım için kitap tam olarak uyarlanmış mı yorumunu yapamayacağım.


Ama bence film başlı başına bir yapıt zaten. 1960 lı yılların ırkçılığını bir güzel gözlerimizin önüne sermiş. İzlerken "beyazlığınızdan" utanabilirsiniz ve bu olayların üzerinden sadece 50-60 yıl geçmiş olması ne kadar da düşündürücü. Uzun bir süre değil bu ve insanlık adına bence en utanç verici olaylardan birisidir.



Filmimiz 1960’lı yılların Mississippi’sinde Skeeter (Emma Stone) isimli, evli mutlu çocuklu arkadaşlarının aksine farklı bir dünya görüşüne sahip, gelişmeye açık güzel kızımızın etrafında gelişen ayrımcılığa sessiz kalamaması ve çok tehlikeli olsa da Aibileen (Viola Davis) ve Minny'nin (Octavia Spencer) ona yardımcı olmayı kabul etmesiyle yazılmaya başlanan bir kitap etrafında bize o yıllarda ki ırkçılığı anlatıyor. Minny' e dikkat diyorum, belki de filmin en çok güleceğiniz sahnelerini o size veriyor ;) ve ayrıca Hilly Holbrook'tan ( Bryce Dallas Howard) nefret etmeye hazır olun!!

Yönetmen Tate Taylor ve IMBD puanı 8.0

Ve son olarak bence filmi izlemeden önce aşağıdaki fotoğrafı incelemenizde fayda var, filmi daha iyi anlamanızı ve sizin için gerçekliğini arttırmasına yardımcı olacağını düşünüyorum.



Bu fotoğrafı Elliott Erwitt 1950 yılında Kuzey Karolayna’da çekmiş. Bir tuvalet , beyazlar - renkliler olarak ayrılmış 2 adet çeşme! Çeşmelerin farkı gözünüzden kaçmamıştır umarım.

28 Mart 2012 Çarşamba

Happythankyoumoreplease

Happythankyoumoreplease
Josh Radnor'u hepinizin How I Met Your Mother dizisinden tanıdığınıza eminim ( O dizi benim en favori dizimdir ) Josh Radnor'un yönetmenliği yaptığı, senaryosunu yazdığı ve başrolünde oynadığı bağımsız romantik bir komedi. Ayrıca Filmin Sundance Film Festivali’nde aldığı Seyirci Ödülü de bulunmakta.


Yazarlık yapan ve biraz da zorlanan Sam, aşkta aradığını bulamayan ve Sam'in en yakın arkadaşı olan Annie (Malin Akerman), uzun zamandır birlikte olan ve  Los Angeles’a taşınma kararı yüzünden ne yapacaklarını bilemeyen Charlie (Pablo Schreiber) ile Mary (Zoe Kazan). Sam'in aşık olduğu Mississippi (Kate Mara) ve tabi ki metrodaki gizemli çocuk (Michael Algieri).  Annie'nin işyerindeki başta sinir olduğumuz ama sonradan benim çok sevdiğim diğer Sam (Tony Hale) .



Bu insanların yaşamı etrafında aşkı, bağlılığı, fedakarlığı, umudu, hayatın getirdiği süprizleri izliyoruz. Ben çok yumuşak ve iç ısıtan bir film olduğunu düşünüyorum. (İç ısıtan tamamen içimden geldi, anlamlandıramayabilirseniz çok düşünmeyin) Sam karakterinde biraz Ted Mosby görür gibi olursanız şaşırmayın :) Bence sakıncası yok, Sam yada Ted hikaye güzel. Ve bence film de bir bütün olarak değilde ayrı ayrı Annie ve Sam ( İşyerindeki) - Charlie ve Mary nin ilişkilerine de odaklanmalısınız. Güzel mesajlar var. Özellikle Sam'in Annie ile yemek yerken yaptıkları konuşma hem gözlerimin dolmasına hemde gülümsememe sebep oldu.



Ve son olarak Tony Hale'e bu film de bayıldığımı söylemeliyim. Filmin başında sinir edip, sonra kendine hayran bırakan bir karakteri bu kadar gerçekçi canlandırdığı için.



Filmin kendi adıyla bir internet sitesi de bulunmakta http://www.happythankyoumoreplease.com
IMDB puanı 6,8